24 Mayıs 2010 Pazartesi

This is Your Passanger Speaking - IV

Bharat’taki on dördüncü gün. İlk tren yolculuğum, Jalandar’a gidiyoruz. Fantastico!

Klimasız kompartımanımızda bebek ağlamaları arasında yazıyorum. Gelen geçen durmadan çarpma halinde, dilenciler dürterek dilenmekte. Ufak bir çocuk parmaklarının arasında sıkıştırdığı iki taşı diğer eliyle vurma suretiyle çala çala hint türküsü çığırdı. Arkamdan başka bir kadının şarkısı duyuluyor. [Kadın sandığım adam çıktı yalnız, tam şu anda yanımdan geçti, saat 9.10]

Kompartıman klimasız dediysem de, vantilatörsüz demedim. İpşita, klimasız kompartıman dediği zaman da böyle bir şey hiç beklememiştim. Çok net bir şekilde, trenin tavanı bir metre aralıklarla monte edilmiş vantilatörlerle döşenmiş durumda. Her kim bu vantilatörleri üretiyorsa felaket zengin olmuş olsa gerek. Çünkü kompartıman başına yüzlerce var fotoğraftan da görebileceğiniz gibi.


Geçenlerde Patrick’le yemek yemeğe gittiğimiz esnaf lokantası tadındaki mekanın ne kadar şahsına münhasır bir şekilde pis olduğunu anlattığımda dinleyenler inanamamıştı. Kompartımanın tavanı da bol bol örümcek ağıyla kaplı. Bu memlekette örümcek ağı pis olarak algılanmıyor kesinlikle.


Dün de Patrick’in dediği gibi, sadece sorun olarak algılarsan sorun olur. Doğu bilgeliği. Bengal Sweet Shop’ta verdiğimiz siparişin ardından, bana arzuladığım yemek, yani Mix Veg, Patrick’in tabağına ise kuru fasülye pilav düştü, öyle uygun görmüş garson amca. Sipariş ettiği yemeğe nolmuş peki derseniz, kalmamış. Buna on saniye kadar tepki gösterse de sonra sakinleşti kendisi, pişmiş çocuk bu memlekette geçirdiği üç yılda. Yemeğin sonlarına doğru kolamızın hala gelmemesine biraz tepki gösterdi yalnız, bir hintli gibi asabi bir şekilde bağırdı garson’a, “Kolayı yapıyon heralde dışarda” diye. Sarı kafa mavi göz bir amerikalıyı böyle görmek de şaşırtıcı doğrusu.

Rajinder Daba’nın arka tarafındaki aktiviteyi görmeniz gerekiyor, gerçekten bir yemek fabrikası. Bu aktiviteyi nasıl gözlemliyorsun, mutfağa mı girdin Uğur Dündar gibi derseniz, mutfak zaten dükkanın arka ya da ön tarafındakii kazanlar azizim derim size. Uğur Dündar nolur Hindistan’a gelsin, görsün insanlar nasıl yaşıyor, sonra Türk halkından özür dilesin, yiyecek içecek hijyen konusunda bizleri paranoyak bir halk yaptığı için.

Sokakta işeyen, duşvari bir şey alan, uyuyan insan görmek çok olağan. İşeyen “adam” görmek için pek bi çabaya gerek yok [Tren o kadar sallanıyordu ki, düşüncelere dalıp anılarda kayboldum, kendimi The Dead Man sandım.] çünkü İpşitanın belirttiğine göre erkeklerin herhangi bir saatte sokağa işemeleri yasal, böyle bir hakları var kanunen, çıkarır işer adam karışamazsın. Duşumsu şey alan görmek isteyenleri, Rajinder Daba’nın arkasını gören kahvaltı mekanımız hint patiserisine beklerim, saat on sıralarında genç-çocuk işçileri yarı çıplak görebilirler. Uyuyan adam her yerde, gündüz sokaklarda öyle yere sere serpe yatmış uyuyan görürseniz sadece üstüne basmayın, gölge etmeyin başka ihsan istemez.

Ofis filan o kadar piski anlatamam, bence durmadan bir koku var. Avnish filan hiç rahatsız olmuyor, farketmiyormuş gibi davranıyor, ama yani yattığımız oda hiç havalanmadığı için bence sıklıkla kokuyor. İşin en güzel yanı gazın varsa sal, onu da kimse garipsemiyor bence, diğer kokulara karışıp gidiyor gül gibi. Ya bi de aşşağıtükürsensakalyukarıtükürsenbıyık, pencereyi açıp havalandırayım dersen, gelecek havanın daha güzel kokmama olasılığı var.


Bilen bilir, burda Avnish’le saat 6-7 sıralarında kendisinin ısrarla Matkat dediği, Israil’de öyle diyolarmış, oyunla Israil’de tanıştığı için bu isme sadık kalmış kalendar çocuk doğrusu, pilaj tenisi oynuyorduk. İki gün önce çocukların durmaksızın kriket oynadığı kum pistimize gittik, ya daha alana girmeden bok kokusu başımı döndürdü, teyzelere bizim Matkat mekanımızı tezek yapmaya uygun görmüşler. Sağolsunlar.

İpşita’nın her durakta gidip kompartıman görevlisini darlaması sonucu klimalı tarafa gittik, amca biz gelene kadar boş koltukları başkasına vermiş, onun da canı sağolsun, devletin koltuğu, babasının oğlu değiliz ya canı kime isterse ona verir. Ben böyle boş gözüken bir yere oturdum, koltuğun sahibi gelirse köşe kapmaca başlar [9.50]. Tabi ki iki dakika geçmeden geldi, ben de öteki kompartımana ilerledim, İpşita’nın şapşal sırtışıyla karşılaştım tabi ki burda da yer yokmuş, şu an yerde oturuyorum, en azından burası serin diyerek esas koltuğumuza dönmeyi reddetti kendisi. Bu kızın mayasında çingenelik var biraz.

Hiç yorum yok:

Defteri kurcala!