13 Mayıs 2010 Perşembe

This is your Passenger speaking - II

Eveeet. Hindistan'da geçirdiğim ilk üç gün ancak bu kadar saçma olabilirdi gerçekten.

Salı sabahı bir gibi uyandım, odanın içinde dolanırken, instructions kartını görüp resepsiyonu aradım. Arkadaşımın beni aradığını, ama benim uyuduğumu, onu aramam için numara bıraktığını söylediler. İpşita benim arkadaşım olmuş meğer biz daha tanışmadan. İpşita'yı aradım, buluşma noktasını tarif etti; binadan çıkınca sağa seyirt, sonra sağa dön, dümdüz ilerle, geçidi geçince sağa dön, bilmem ne dükkanının önünde buluşalım dedi, tamam dedim, giyinip geliyorum bekle beni İpş [Arkadaşmışız ya direk kanka muhabbetini dayadım. Anakronizim yapmayayım, o aralar Ipsita sandığım için adını, bekle beni İps dedim.] Çıkmadan önce tekrar ara yiğidim dedi o da, tamam bebek dedim. Giyindim, aradım tekrar, hazırım dedim buluşmaya, çıktım yola. Hikayeye hint usulü bol bol çeşni, baharat katayım derken, kaptırıp diyalogları abartmışım. Neyse.

Koyuldum yola, Adana'nın sıcağı Delhi'yi ezer geçer [Ilk gün saflıkla yazmışım bu cümleyi, bugün 43 dereceyi kafama yiyince aklım başıma geldi, kan yaptı afedersiniz.] nem beklediğimden az çıktı, burada nefes alınabiliyor en azından. Buluşma noktasına varmadan uzaktan bizim kızı gördüm, o da tipimden ben olduğumu görüp el salladı hemen, geçiverdik iş yerine hemen, kaldığım yerden 200-300 metre mesafede, ama bu kral dairesinden yakında çıkarım, biraz tuzluymuş ücreti.

İpş, yolda ofis yakında taşınacak, çok darmadağan şu bu dedi, ama bu kadarını beklemiyordum. Bizim BSB'ye ilk gittiğim zaman yaşadığım şokun üç katını filan yaşadım heralde. Burası baya baya bildiğin ev gibi, yatak odasında 2 tane yatak, başka bi odada bi yatak daha, mutfak genişçe, banyosunda tuvalet duş var, RA [research assistant] Harsh hatta burda kalıyor filan. Türk evi olsa, salonun yemek masası konacak uygunluktaki kısmının duvarlarını masayla kaplamışlar işte, insanlar oralarda çalışıyor gün boyu. Oturma takımı çay masası filan da var, bi de yuvarlak masa var, isteyen oralarda da takılır. Her taraf yığınla anket dolu, sabahtan akşama bu anketlerle uğraşan arı gibi çalışan isimsiz insanlar var, kendilerine genel olarak monitor deniyor, RA olmadıkları için ve de belki ingilizce çok konuşamadıkları için, ya da bu ikisinin kesişimi hiyerarşik yeri belirttiği için kendileriyle tanıştırılmamış olabilirim. Bi de boyacılar vardı işte tükkanı boyuyordu da bugün sağolsunlar gelmediler. Dün yatak odası boyandı, tuvalet bile boyandı.

Bir insan Hindistan'a geldikten sonra 24 saat içinde en saçma ne yapabilir deseler ne cevap verirdim bilmiyorum, ama o tahta adayım. Saat 7 gibi yemek yemek diye haraslamamın ardından İpş'i, Patrick'i filan aradı buluşmak için, tamam 40 dakikaya filan görüşürüzlerle kapattı. Sandım yol filan sürecek o kadar zaman. Onun yerine biz kendisine ev bakmaya gittik, sorarlarsa arkadaşım olduğunu söylersin dedi. Üç hintli ev sahibesiyle tanıştım 30 dakika içinde, ikisi yaşlıcaydı, birinin alnının ortasına bi parmak kırmızı çalınmıştı hatta. Teyzeler böyle benim çekingen halimi görüp hel, gir evladım sen de bak eve modundalardı hep. O gün itibariyle baya garipsedim bu durumu, ama galiba yabancıdan öte ak yabancı olarak görüldüğüm için pek böyle içtendiler. Durumu anlayıp, bu hali garipsememe neden oldu bu sefer bu düşünce. Emlakçılar efsaneydi, birinci ev için ısrarla alt boş sağ boş karşı boş, no interfering rahat edersin modundaydılar, girdik binaya, haa bu arada binaların sadece birinci katında filan ışık yanıyodu hep, sonra öyle takılıyorsun, telefonunda lamba varsa kralsın, taparlar sana, yürü be, şaka şaka, neyse cıvıtmadan devam, biz karanlık merdivenlerden çıkarken daha clubber müzik gelmeye başladı, böyle balkon tadında bir yere ulaştık, karşıda İpş'in potansiyel evin kapısı, solda başka bi kapı. Derken amcanın biri dışarı çıktı, 45-50 yaş, yarım ay göbek, yarı çıplak, sırtında havlu. Meğer bu amcaymış o müziği gümbür gümbür dinleyen, kanında var heralde pezevengin dedim. Neyse ikinci ve üçünce eve bakmaya bizi arabayla götürdü, arabasındaki hamster'larını gösterdi bize, biri apha male'miş diğeri alpha female'miş, ne anlama gelir bilmem de, baya gurur duyuyordu alphalıklarından. Evleri filan hiç anlatmıyorum uzamasın muhabbet diye, hepsi kendi içinde muhteşemlikler barındırıyordu.

Hemen size biraz İpş kızımızın hal ve tavırlarından bahsedeyim, 3 günün sonunda artık çocuksu olduğunu düşündüğümü söyleyebilirim, belki de o yüzden ilk tanıştığımızda 22'dir anca filan dedim kendi kendime. Kendisi doktorluk eğitimi almış, 3 sene de Dünya Sağlık Örgütü ve Sağlık Bakanlığı'nın projeleri filan derken yerel Hindistan'da çalışmış. Sağlık Politikalarıyla ilgilendiği için de bu işe girişmiş, derdi çok net, bu sene afedersiniz götünü kasıp referans mektubu alıp, US of A'de mastera başvurmak seneye. Buraya özellikle gelen Occidental'ların çoğunun derdi bu anladığım kadarıyla, hepsi bu konularla da ilgililer, ama böyle bir güdümün hissiyatı beni düşündürdü yine. İnsanlık hali, türlü türlü. Herkes bizim kadar rastgele yaşamıyormuş işte ne bileyim. Dağıttık yine, İpş'e dönelim, o da Pankaj gibi bir nişan/ayrılma deneyimi yaşamış, Goddaf diye bi elemanla, nedene gelirseek, oğlanın ailesi kız Panjabi değil diye istememiş, oğlan da ailesine hayır diyememiş, bizim Pankaj'da hayatının kadını olduğunu düşündüğü insanla annesi kızı istemeyip nevrotik hastalık krizlerine girdiği için evlenmememiş bir insan. Halkça bizden de fazla boku yemişler. Patrick'le İpş durmadan bi atışma halindeler. İpş bence sıklıkla çocukluk yapıyor, Patrick de arada dayanamayıp komik komik laf sokuyor ama iyi niyetlisinden takılma tadında, gül gibi geçinip gidiyolar öyle. İpş Patrick'in kendisiyle derdi olduğunu filan düşünüyo, biraz acayip o modunda, kafaca biraz daha açık bi hintli konumunda olsa da kızımız, batılının batılılığını kendisini algılayış şeklini algılamaktan aciz. Amerika macerasının ilk yılı kendisini yorabilir gibime geliyor bu nedenle. Çok konuştuk bu hususta, geçelim.

Yeni paragraf. İkinci gününde ne yapabilirsin saçmasından deseniz on a da verecek cevabım yoktu, sağolsun Thomas benim yerime halletmiş o sorunu. İpş'le beni Operation ASHA ofisine hintçe training'e göndererek test etti. İpş hintçe olduğunu biliyormuş, Thomas'ya çok saçma ama filan demiş ama, bana tabi ki bu bilgiyi vermedi sağolsun. Tüm gün boynuca anladığım tek kelime balgam oldu, sağolsun bula bula bu kelimeyi bulmuşuz ortak kullanmak için. Burada doğunun bilgeliğinden kapmaya başladım azizim, anlamadığım bi dilde konuşan insanları izleye izleye insanları dinlemeyi öğreniyorum. Bu bilmediğim dili anlamaya, anladığım dili konuşan insanları dinlemeye uğraştığımdan fazla çaba gösterdiğimi farkedip, ikinci gün kendimi sorgulamaya başladım. Akşamında da, Hindistan'ın Sri Lanka karşısında krikette yenilişini izlemeye gittik, iki saat izledik ve de ilk yarı bile bitmeden ayrıldık 12 gibi. Her takım 120 kere top atıyor, bi de bu kısa versiyonuymuş, uzunu birinci dünya savaşı gibi sipher muhaberesi şeklinde geçiyor sanırım, arada yemek molalı filan.

Üçüncü gun iş amaçlı yine Operation ASHA [bizim birlikte çalıştığımız NGO, for the sake of suspense bir önceki paragrafta ne olduğunu söylemedim, kikiki] merkezine gittik, Mr. Singh ile toplantıya. Çok efsane bir karakter, yaş 40-45 filan belki 50 de vardır, biraz da geç kaldık toplantıya çıktı alma işi uğraştırdı falan filan, amca böyle bakın birbirimizden ne beklediğimizi baştan açık açık konuşalım diye girdi muhabbete, lan dedim noluyo, muhabbet ilerledikçe anladım ki, tek derdi az da olsa bi iktidarı olduğunu göstermek. Bir şey dedin mi düşünürken gözleri kapıyor, konuşmaya gözler kapalı başlıyor filan öyle devam ediyor bi süre, yavaş yavaş konuşuyor. Hiyerarşik yapı her yerde felakeeet rahatsız edici şekilde göze çarpıyor, çalışanı Vijay'i [aynen DJ-VJ gibi okunuyo] çağırmak için bi sesleniyor duymazsa, masasının üstünde bisiklet zili gibi bir şey var, onu çalıyor, VJ geliyor saygıyla. Oraya beni aç aç götürdüğü ve de beşte terkedebildiğimiz için mekanı, İpşita'ya çemkirip kendini suçlu hissettirdim, o da beni efsane bi Güney Hindistan restoranına götürdü. Önce bardakta çorba tadında bir şey geldi, İpş kızım, aman dikkat acı gelebilir filan deyip korkutsa da, tadında ve güzel bi acıdan başka bir şey gelmedi. Mekanın güzelliğini görmeliydiniz, hizmet filan saçma iyiydi, yemekler ooo kadar güzeldi ki, o soslara bana bana içi baharatlı ekmeğimi yedim, sonra da içindeki patates'ten yapılma şeyi yedim aynı şekilde ekmeğime sarmacalı. Ve inanır mısınız toplamda 5-6 TL gibi bir hesap geldi. Güneş batınca namaz kılmıyolar ama burda tütsü yakıyolar, sabah namazı yerine de yakıyolarmış. Güney usulü böyleymiş, tütsümüz de tüttü. Pek güzeldi.

Fotoğrafları da sonunda aktardım, biraz özensiz çekilmiş durumdalar ama artık sağlık sıhhat daha önemli diyerek geçiştireyim.

Bu gittiğimiz mekanın dışardan görünüşü:


Bardakta çorbamla papadam'ım da ahanda böyleydi. [Papadam diyince aklıma hep Şirin gelir.]


Bu da efsane içten baharatlı içinde patates saklı ekmek ve sosları. [Beşinci gün itibariyle hemen yenilenmiş bilgimle parantezimi açayım, hindistan hintçede bharat olarak yazılıyor, bizim baharat ticareti münasebetiyle adamların memleketin ismi vermiş mamüllere sanırım.]


Üçüncü günün gecesine parmaksal nefesim yetmedi dostlar, baya halk arasına indim ilk defa diyebilirim, bir metro bir tren garı üstüne de süper lüks lokanta maceram var, bu memleketteki kontrast dün gece eve dönerken İpş'e patlamama neden oluyordu az kalsın. Neyse vesselam, arkası pek yakında. Fotoğraf da koyucam, dükkandan yazıyorum, daha aktaramadım daha.

Hiç yorum yok:

Defteri kurcala!